Kahramanlıkları yerine günahları yazılan bir adamın hikayesi...

21 Ağustos 2016 Pazar

Kızgınlıkla

Yirmi küsur dakika, beş şarkı, bir bardak kahve, sekiz damla gözyaşı... Hangisi ölçer zamanı boşa beklediğim? "Yazamıyorsan, konuşamıyorsan, dokunamıyorsan... Kağıdın, kadının, kalbin mi suçu var?" dedim kendime. Elim Melihat Gülses'e gitti. "Rüzgar kırdı dalımı." dedi. Ben yine ağladım. Hiç yoktan kavgalara alıştım da mı unuttum hiç yoktan sohbetleri? İnsan kendine dahil şeyleri özlemeye başlıyorsa, komşusu artık bedeninin bir noktada. Sanırım bu noktadayım. Az aşk, çok ayrılık sığdırınca ömrümün daha azını gittiğim kısmına, kendim kendimi kabul edemiyorum sanırım artık.

Metro koltuğunda telefonuma kitlenip oyunuma ortak olan kız aklımda. Neden gözlerine bakmadığımı biliyorum "Denemek ister misin?" diyerek telefonu uzattığım o anda. O an fark ettim korktuğumu kıpırdamaktan tekrar. Kendini evine hapsedip, eşiğin ardını Araf'a çeviren yalnızlar misali suskunum etrafa. Tam on bir durak gittim telefonum kızın elinde. Sadece ellerine baktığım on bir durak. Parfümünü, teninin rengini, kıyafet seçimini, parmaklarının inceliğini bildiğim ama gözlerinden korktuğum koca bir hayat.

Sorun yalnız olmakta, ağlamakta, özlemekte değil. Sorun kendi adıma bir şeyi her fırsatta söylemeyi unutmakta benim için. "Ben bu hayatta kaybederim. Ama yine de güzel kaybederim." diyerek aynı tatta gülememekte... Benim için hatırlama zamanı biraz artık.

9 Kasım 2015 Pazartesi

nasihat

Bazı, bir merhaba diyebilir canlı sadece. Özür dilemenin asaletini, akması gereken gözyaşının ağırlığını, hissedilmesi gereken mahcubiyetin kızarıklığını üzerine yükleyerek ağızdan dökülen o kelimenin... Bir merhabadır işte. Her şeyin başladığı yerden tekrar adım atmak için oradadır. Ve bir merhabadan fazlasıdır gözlerinde okuyabilirseniz bunu. Çok derinlerine bakmayın ve utandırmayın. Gözlerinizi de kaçırmayın. Cesaretini karşılıksız bırakmayın. Kucak dolusu sarılın. Çoğu zaman, sevmek gibi sarılmak da bir cesaret meselesi.

Kendimedir.

16 Haziran 2015 Salı

Sonra da duruluyorum.

İçkinin ve tutkunun birleşimi dünyanın en tehlikeli zehri benim için ve hayatım bu zehri aramakla geçiyor çoğunlukla. Bencil miyim? En çok tekrarladığım ve cevabını başkalarının mutluluğunda, zevkinde bulduğum bir soru bu. Açım. Yaşamaya... Yaşatmaya... Mutlu olmak için zamanın küçük parçalarıyla oynaşmam bundan. Aşkı aşığımdan çok kendimle yaşamak tek ayıbım.

Sırtımdan içeri süzülen meltem, arzumun zihnimde yarattığı bulanıklıkla savaşıyordu. Yaptığım şeyin sonucunu düşünmeyecek kadar kapılmıştım ana. O an aklından geçen tek şeyin onu nasıl bu kadar arzulayabildiğim olmasını istiyordum. Beni durdurmak için uzattığı eli avucumun arasına aldım. Biraz mahremiyet katma isteğiyle salona doğru yürümeye başladım kalkıp. Işığı biraz azaltıp aynı oranda müziği sesini açtım. Gözlerimi direk üzerinde hissetmekten rahatsız olduğunu anlayabiliyordum. Arkasına geçtim ve sarıldım tekrar. Elimi memelerinden aşağıya indirdim onu tamamen hissedebilmek için. Penyenin altından elimi içeri uzatıp büyüyen karnına dokunduğumda nefesi hızlandı. Kalçalarında hissediyordu beni. Kollarını yukarı kaldırıp penyesini çıkartma fırsatı verdi devamında bana. Her zamankinden daha şefkatli davrandığım bir gerçek o an. Bunu bilinçli yapıp yapmadığımı ise bilmiyorum. Elini şortumun içine uzattığında tekrar ona olan arzumu gözlerim yerine başka bir yerde bulduğuna da eminim. Aynı anda ben de elimi onunkinde gezdiriyordum. Islaklığı iç çamaşırının kenarından bacaklarına taşmıştı. Parmaklarımı gezdirmeye başladığımda kafasını tekrar bana yasladı dudaklarını ısırarak. Bekleyemedim uzun süre. Kendime çevirip öpmem ve dizlerimin üzerine çöküp altında ne varsa indirmem arasında çok bir zaman geçmedi. Doğayla aralarında bir anlaşma varmış, onun sunduğu hediyeye karşılık doğa da ona bir güzellik sunmuş gibiydi. Ayaklarından birini koltuğa kaldırıp sundu kendini bana. Biraz genişlediği belli olan dudaklarında kayboldum kadınlığının. Bana yön vermek isteyen ellerini hissettim saçlarımda. Kasılmalarını... Bir ara kendini sıkarken dengesini kaybetmesinden korktuğumdan olsa gerek onu koltuğa bıraktım yavaşça. Bacaklarının arasına diz çöküp dilimle beraber boşalması için rahatlattım. Titremeleri bitene kadar kaldım aşağıda. Islaklığını temizledim. Yüzüne kaldırdığımda kafamı, pembeleşmiş bir çift yanak ve utangaç bir gülümseme vardı beni dudaklarına çeken. Yanına oturduğumda fazlasını istediğimizin farkındaydık. Bunun için ikimizin de bir rahatlamaya gerek duyduğu aşikardı ve bir süre çalan müziğe eşlik etmek kafi geldi.

Şortumu çıkarmak için ellerini uzattığında ellerim memeleriyle haşır neşirdi. Artık aramızda kıyafet engeli kalmamıştı ve onun ellerindeydim. Dizlerini koltuğun üzerine alıp dirseklerini kolçağa dayadı yavaş hareketlerle. "Ne yazık ki bunu belirli şekillerde yapabiliyoruz." dediğinde güldüm istemsizce. Elini bacaklarının arasına sokup ıslaklığını kontrol ettiğinde yerini sıcak bir istek aldı. Ben korunabileceğimi söylemeye çalışırken eliyle bacağımı tutup kendine çekti. Yavaşça içine davet etti beni. Sanki korkularımı fark edercesine olması gereken ritmi kendisi yakalıyordu, elini testislerimde gezdirip daha da içine çekerek. Yorulduğunu fark edene kadar gezindim içinde. Yüzünü bana döndüğünde "Yüzümü mü görmek istiyorsun?" diye sordu. Sanırım bu açlığımı çok belli ettim ona. Sırtüstü koltuğa uzandı bacakları dışarıda kalacak şekilde. Üstüne eğilmemem gerektiğini anlayabiliyordum. Memelerinin çok hassas olduğunu da. Dokunmam yetiyordu vücudundaki irkilmeyi görebilmek için. Bacaklarını kavrayıp olabildiğince yavaş ve zevkini çıkartarak gidip geldim içinde. Beni zevk alacağı şekilde yönlendiriyordu elleriyle. Vücudumda ter damlacıkları oluşacak bir süre kadar hareket ettim önümde o güzel kadın varken. Kendimi geri çekmeye çalıştığımda, karşımda dudağını dişlerinin arasına almış kafasını iki yana sallayan bir kadın vardı eli kalçamda. Ellerimi bacaklarının üzerine koyup bıraktım kendimi. Korktuğumu itiraf edeyim. Ellerini kalçamdan çekene kadar kaldım içinde. Bu sürede nefeslerimiz düzeldi. Kızarıklık sadece yanaklarımıza hediye kaldı vücudumuzda. Yanında kendime bir yer bulup serildim. Elim memesini okşarken boynuna öpücükler konduruyordum. Taşmamak için bacaklarının arasında tuttuğu elini fark edip banyoya doğru kısa bir yolculuğa çıkardım onu. İki kişiden biraz hallice oluşumuz, zaten her türlü fanteziyi baltalamak için yapılmış gibi duran küçük banyomda duşu paylaşmamıza müsaade etmedi. Suyun altında ellerini memelerinde ve karnında gezdirişini izledim. Çıktığında elimde hiç kullanmadığım anneannemden hediye iki beden büyük bornoz, onu sarmayı bekliyordum. İçkinin ve sevişmenin verdiği sarhoşlukla yatağa uzandık. En azından o gece bir cevap alamayacağını bilerek Erman'a iyi geceler mesajı attı. "Sana teşekkür ederek rezil etmek istemiyorum bu geceyi." dedi. Gerek olmadığını, aldığım zevki bir iyi geceler öpücüğü vererek gösterdim. "İkimizi de mutlu ettin bu gece." dedi elimi karnına götürüp. Kıprtılarla uyudum elimin altında.

Kalktığımda gitmişti. Etrafta, bırakmış olduğuna inanarak bir not bile aradım. Kendi davranışlarıma başkaları tarafından maruz kaldığımda takındığım şebekçe gülümsemeyi takınıp soğuk bir duş almışımdır sanırım. Pek hatırlamıyorum. :) İki gün sonra aylardır karşılaşmadığımız markette karşılaştık. "Not bıraksam çok klişe olacaktı kusura bakma." dediğinde aklıma bile gelmediğini ifade eden bir tavır takındım yalandan. :) Daha güçlü hissettiğini söyledi. Bunun sebebi sanırım istediği bir şeyi alabileceğini görmesiydi uzun bir zamandan sonra. Çocuk doğduktan sonra Erman'dan ayrıldığında güçlü olduğunu sadece bana değil herkese anlatmış oldu. Bir ara oğluna adımı vereceğini söylemişti ve bunun bir şaka olması için inanmadığım her şeye dua ettim. :)

Figüranı olduğum maceralarda daha çok eğlendiğimi hissediyorum nedense. Öyle işte...

2 Haziran 2015 Salı

Yine dalgalanıyorum.

İliklerime kadar hissettiğim onu mutlu etme arzusunun kölesi olmuştum. Yalanlardan ve yapmacık tavırlardan uzak, zaten karşımda ilgiye aç bir şekilde bekleyen tatlı kadına o gece ve öncesinde ruhumda ona karşı yeşeren ne varsa sundum. Her tebessümünde, ellerini kısa kestirdiği saçlarına her götürüşünde, utangaç bir tavırla gözlerini her düşürüşünde bende uyanan arzu daha bir büyüdü. Keyiflenmek için içkiye gömmek yerine kendimi, onda buluyordum hazzı. Onu mutlu görme isteğindeki içimde... Bir kadeh daha şarap içmek istediğini söylediğinde karşı çıkacak bir şey söyleyemedim. Sırtını arkaya yasladı yavaşça. Yorulduğu belliydi hayattan. Gözlerini tavana dikip bir eli kadehinde bir eli vücuduna kabul ettiği misafirinin üzerinde bir şeyler mırıldandı. Yalnızlığını düşünüyordu. Belki de bunu nereye kadar düşünebileceğini... Sarılmak istedim o an ve genellikle olduğu gibi istediğim şeyin önünde bir engel yoktu kendimce. Elimi elinin üstüne koydum. Diğer elimle saçlarını okşayıp tatlı yüzünü omzuma çektim. "Hep böyle kalmak isterdim." dedi derinlerden geldiği belli olan bir tonda. Cevap verilecek bir söz değildi bu. "Çok güzel kokuyorsun." diyebildim. Kokularının karıştığını anlatırken eliyle büyümüş karnını okşuyordu. Şarabını bitirene kadar tenini tenimde hissettim ve kendimi geri çekmeye hiç niyetim yoktu. Bize ayrılan sürenin bittiğinin farkına varırcasına gözlerimizle kalkma kararı verdik. Tuvalete gidip geldiğinde kendine gelebilmek için suyla haşır neşir olduğunu yüzündeki ve boynundan göğüslerine doğru inen kısımdaki parlaklıktan görebiliyordum.

Bizim için bekleyen taksiye geçtik ve onun evinin yoluna koyulduk. Erman her zamanki gibi şirkette yurt dışına çıkacağı bir angaryaya balıklama atlamış ve Pınar'ı yalnız bırakmıştı. Taksiden inerken aklımda ev yolunu yürümek ve açık bir Tekel'den iki bira alıp gökyüzünde Pınar'ı bulmak vardı. Kapısının önünde elinde anahtar durdu. "Hem gitmeni istemiyorum hem de bu eve girmeyi." diyebildi. Evimin uzak olmadığını anlattım kafamı benimkinden yana çevirip. Yavaşça yürümeye başladık. Kafamdaki şeyleri defedebilmek için çizgilere basmama oyunu oynadım kaldırımda ve fark ettim ki o da bana katılmış bir süredir. "Yanında kalmak istemem çok mu garip oldu?" diye sordu sessizliği bozup. "Bilmem." dedim önce. "Eğer bu garipse benim de aynı şeyi istemem daha bir garip." dedim gülümseyerek. Dinlenerek çıktık merdivenleri. Yorulmuştu bu sefer gerçek anlamda. Kendini koltuğun köşesine atıp ayaklarını uzattı. Üzerine geçirebileceği bol bir şeyler bulabilmek için dolabımı biraz dağıttım o sırada. Balkondan biraz daha hallice sayılabilecek yarım terasımda ayaklarımızı uzatabileceğimiz bir ortam yarattım ona giyinme fırsatı da vererek içeride.

Belini tutarak geldi dışarıya. Üzerindeki değişiklik hayatıyla birlikte bedeninde de ağrılı etkiler bırakıyordu. Sırtını bana doğru verdi otururken. Omuzlarına masaj yapmaya başladım sanki olması gerekeni yapıyormuş hissiyle. Boynu çok güzel kokuyordu ve ellerimi beline götürüp burnumu boynuna dayadım ne olacağını pek düşünmeden. Eliyle saçlarımı kavrayıp dudaklarım boynuna gelecek şekilde kaldırdı hafifçe kafamı. Hem kokusunu içime çekip hem de tadına bakabilmenin sarhoşluğuyla boynunun neredeyse tamamını ıslattım. Kafasını geriye yatırıp hem dudaklarını ısırıyor hem de elimin üstündeki elleriyle beni memelerine çağırıyordu. Onlara kavuştuğumda her ne kadar önceki hallerini bilmesem de yaşadıkları değişimi fark edebildim. Verdiğim penyenin altında serbest bir şekilde duran o güzelliklere narince davrandım. Kendini bana çevirdi usulca. Ellerim boynuna ve saçlarına kaydı. İkimiz de bağdaş kurarken dudaklarımız buluştu. Bir eli bacaklarımda gezindi önce. Sonra şortumun arasından hafifçe içeri süzüldü. Hissediyordu beni ve bunun hazzını dilinin hareketlerinden anlayabiliyordum. Yandığımızın farkına varmışcasına karadan denize bir meltem vuruyordu hafifçe bizi. Omuzlarımdan tutup arkamdaki mindere yasladı beni. Az önce elleriyle hissettiğini görmek ve tatmak istiyordu. Ellerim saçlarında ağzının içinde gezinmenin keyfini çıkardım. Zarar vermen düşüncesinin verdiği korkuyla yavaşça yukarı çektim onu. Kollarının üzerinde yukarı doğru çıkarken karnını hissediyordum aramızda. Penyesini çıkartmak için uzanan ellerimi tuttu sıkıca. Sanki etrafta birileri varmış gibi kulağıma eğildi. "Beni beğenmemenden korkuyorum bu halimle." dedi gözlerinde bir endişeyle. Gülümseyebildim sadece. Farkında değildi ki o gün beni mutlu eden tek şey ona duyduğum istekti.

Umarım devam edecek.

30 Mayıs 2015 Cumartesi

Anne adayı eski bir dost

Gündüzleri özel derse giderek geçimimi sağladığım zamanlardı. Az mesai harcayıp karşılığında çokça içtiğim ve dans ettiğim o günler... Genellikle geceyi şenlendireceğim meyhaneyi ya da barı ders vereceğim evin konumuna göre seçerdim. Araçlara binmekten nefret eden biri olarak hayatımı yürüme mesafesindeki bir yarıçap içinde kurgulama eğilimim hala devam etmekte. Yaptığım işe saygın bir görünüm kazandıran zarf içerisine konmuş paramı alırdım usulca. Böyle başlardı Kadıköy sokaklarında o geceki durağıma yolculuğum. Havanın seyrine göre bazen karamsardan biraz hallice bazen de neşeliden biraz azca biraz tavır takınırdım o yavaş yürüyüşlerimde. Bütün Tek'liğimle bir masayı tamamen işgal etmemek için genellikle mekanın barında bir yer bulurdum. Bazen bir merhabayla başlayan sohbet bazen de çalan bir telefonla yön değiştirirdi o geceki maceram. Bu seferki bir telefonla başladı. Buruk ve içten acıyan bir sesle...

Telefonda ismini gördüğümde bir yabancılık çekecek kadar süre geçmişti görüşmeyeli. "Seni dinlemeliydim." oldu ilk cümlesi. Haklı çıktığıma üzüldüğümü bilecek kadar tanırdı beni ama yine de bunu belirtme ihtiyacı hissettim. "Atla gel bu aptal aleti sevmiyorum aramızda." teklifime "Zaten ayakkabılarımı giyiyorum bir taraftan." karşılığını aldığımda yüzümde barmeni bile şaşırtacak bir tebessüm oluştuğuna eminim. Evlerimizin arasındaki altı sokağa sığdırdığımız onca aptallık ve engel bugün dağılabilirdi. Karşımda onu karnındaki şişlikle gördüğümde yanlış kararlarına bir yenisini eklediğinden habersiz mutlu olmuştum. Pembeleşmiş yanakları ve hüznünü arkasına sakladığı o sıcak gülümsemesiyle sarıldı sımsıkı bana. "Sohbetine aşerdim sanırım." dediğinde gülerek, hamileliğiyle ilgili bir yorum almak istediğini anlamıştım. Güzelleştiğini görebiliyordum ve söylemekte gecikmedim hiç bunu. Son görüşmemizde hayatı ve kararlarıyla ilgili bir yorum yapmamaya söz vermiştim kendime ve sözümü tutmak için yoğun bir çaba gösterdim devamında gecenin. Ama konu Erman ve onun Pınar üstündeki tahakkümü olduğunda kendimi tutmak acı verici bir hal alabiliyordu. Hamileliğinin plansız oluşundan ve hamileliği biraz da Erman'la problemlerinin çözümü düşüncesiyle devam ettirdiğinden bahsettiğinde az da olsa anlayabilmiştim hüznünü. O anlattıkça ben içiyordum ve içimde Erman'a karşı yükselen öfkeyi, karşımdaki tatlı kadına duyduğum şefkat bastırıyordu. Yalnızdı. Ve ben ahlaksız biri olarak bile konu mutluluğu başka insanlarda aramak olduğunda, seviyorum dediği insanı mutlu etmekten yoksunlar güruhunun yaptığı hiçbir şeyi savunamıyorum. Öfkem de bundan sebep.

Sadece bir kadehle sınırlı olan şarabından alabileceği en ufak yudumları almıştı ama bitmesine mani olamadı. Son damlayı dudaklarından içeri alırken gözleri kapandı. İstedikleri vardı. Hayalleri... Onu o yapan şeylerin buharlaştığını hissettiriyordum ona ve varlığımla bir kadını rahatsız etmenin ne demek olduğunu ilk kez anlıyordum. Gözlerimde eskiden olduğu kadını görüyordu ve ben ona hala öyle bakmaktan vazgeçemiyordum. Aramıza giren sessizliği birden irkilerek ve yüzüne yine o tatlı tebessümü koyarak bozdu. Elini karnına götürerek "Sanırım müziği sevdi." dedi. "Hissetmek ister misin?" diye sordu ve elimi alıp karnına götürdü. Hareket edişini ve attığı tekmeyi hissedene kadar elim karnında bekledim. Gömleğini çekerken karnını kapatmak için "Çok güzel bir görüntü değil tabi." dedi gözleriyle işaret ederek. Hamileliğinin ona farklı bir güzellik kattığını söylediğimde aslında bunu duymak istediği kişinin ben olmadığımı fark ettim. Sohbetin devamında hamileliğini de bahane ederek Erman'ın ondan uzak durduğunu öğrendim. Bu ilk kez olmuyordu ve ikisinin de hamileliğin sevişmenin önünde bir engel olmadığını bildiğine emindim. Bunları söylemedim. Tek istediğim şey Pınar'ın mutlu olmasıydı o an. Ve ben içtikçe bu isteğim doğrultusunda daha rahat konuşuyordum. Artık bu haliyle aramıza bırakın altı sokak kıtalar dahi giremezdi. İkimiz de öncelikle can sıkıcı şeyleri konuşup defetme kararı almışcasına konuşarak öldürdük bizi karamsarlığa itecek ne varsa o gecede.

Üzerimizdeki tozlardan kurtulmak için silkelenmiştik resmen. Şimdi sadece biz vardık. İki eski dost gibi, arada kimse olmadan. Onu daha net görüyordum artık. Onun olduğu taraftan da daha net göründüğüme emindim.

Umarım devam edecek...

25 Mayıs 2015 Pazartesi

Yeni bir "Merhaba"

"Taşınmak"... Benim için her seferinde kolaylaşacağını düşündüğüm, fakat yine her seferinde hüsrana uğradığım bir uğraş. Çevresiydi, sahiliydi, barıydı tamam da... Sanırım ben salt bir şekilde yaşadığım mekana da bağlanıyorum. Eşyalarımı boşaltıp kapıyı son kez kilitlerken bundandı sanırım göğsüme bütün obezliğiyle oturan hüzün. Yaşadığım yer sabit kalsa da çevre, manzara, komşular falan değişse gibi çocukça bir hevese bile kapıldım son günlerde. Birden çekilen bant gibi koparıp atmaya karar verdim ama sonunda. Arkasından ağlamayacağım bütün eşyalarımı satıp bohçamı sırtıma yükledim yine. Yeni ufuklara yelken açıyorum anlayacağınız.

Mavi'ye yaklaşan alevden topu izleyerek yazıyorum bunları. Bir kaç gün daha bana sabah duşlarını denizde alma imkanını veren bu sahilde konaklayıp tekrar o fırtınalı şehre geri dönmem gerekiyor. Küçük de olsa istediğimiz hayatları bize vermeyen bu dünyaya öfke duymuyor değilim. Gerçi verdiği zaman da elimin tersiyle ittiğim anları düşünüp ikiyüzlülüğümle baş başa kalıyorum. Bütün gerçeklerim ve yalanlarımla bakıyorum denize. Mutluyum. İstediğimden sebep mi yoksa sebep olacak şeyler uydurmamdan mı bilemem. Umarım zaman, yazmadan edemeyeceğim yeni hediyeler sunar bana.

Velhasılı bazı uğraşlarımı askıya asmama neden olan bu telaşeden kurtulmanın keyfini de yaşıyorum aynı anda. Akşam rakısını yeni başlangıçların şerefine kaldırıyorum. Katılmak isteyen olursa ne ala. Şerefinize... :)

13 Mayıs 2015 Çarşamba

Zaman geçiyor biliyor musun?

Ahlaksız bir adam olmayı çok istedim. Beni çevreleyen o yapay toplum kurallarının gölgesinde yaşamak hep can sıkıcı oldu. Uğraştım, didindim. Kendimle mücadele ettim. Ve şu an özgürce söyleyebiliyorum ki doğamıza içkin olduğunu düşündüğümüz çoğu şeyi yenmek mümkün aklımızda. Her ne kadar bu uğraşımın sonrasında hayatın bambaşka sürprizlerle karşıma çıkacağını düşünsem de, mutluluğu o kuralların yokluğunda yaşadıklarımın benden oluşunda ve özgünlüğünde buldum. Kurallarla girilen bu evet hayır oyunu bizi istemesek de dostlukta, kardeşlikte, sevmekte ve sevişmekte bir aldım verdim ilişkisine hapsediyor. Bağlanmaya, sonucunda ait olmaya ve sahip olma isteğine itiyor. Bence sahip olmak sadece sahip olunanın değil sahip olanın da benliğinde bir hastalık üretiyor. Sonrasında gelsin sevgilerine ve sevgililerine hoyratça davranan yoksunlar... İtiraf etmem gerek, sıyrıldığımız bu kuralların yerini kendimizden yenileri alıyor. Ama zaaflarının ne kadar farkındaysa insan ve ne kadar anlamışsa toplumun çürümüşlüğünü, yerine konanlar o kadar az bağlayıcı ve özgürce oluyor. Gözbağını yırtmak kolay değil ama güneşin gözdeki o ilk acısını hiçbir şeye değişmem.

Hayata verdiğim bir molayı yazarken bu kadar uzun soluklanmam ironik oldu, farkındayım. İşte bazen hayatıma baktığımda, birbirine dolanmış bir ip yumağını nasıl çözeceğini bilmeyen bir çocuk gibi kalakalıyorum. Sevmek neresinden tutarsanız güzel şey ama benim gibi iki kişinin arasına düşmüşseniz ve doğru yanlışlarla uğraşmak gibi salaklıklar yapacak bir yaştaysanız bu güzellik biraz zorlaşıyor. Arkadaşına aşkıyla ortak olanlar beni anlayacaktır.

İş zamana kaldığında şanslıyımdır demiştim. -Hala şanslıyım. :)- Geçen o günlerde yalnız kalabileceğimiz bir ortam yaratmak çok zordu. Masanın sadece ikimize ait olduğu bir kaç sefer baş başa bir sohbet imkanı bulabildik. Mutluyum ki bir kadından hoşlandığımı söylemenin farklı yolları olduğunu öğrenecek kadar hayat tecrübem vardı o günlerde. Gerçi o bana direk cevap vermeyi seçmişti ama olsun. :) Gecesinde içip dağıttığımız bir sabah, kahvaltıya giderken Murat'ın duran bir otobüse çarpmasıyla başladı zamanın oyunu. Otobüs şoförünün pek de kibarca olmayan tepkisine yine ondan daha az kibarca karşılık verdim. Ortamdan uzaklaşması gereken bendim ve beni uzaklaştırmak Hayat'a kalmıştı. Diğerleri gün boyunca angaryalarla uğraşırken bizim payımıza birlikte geçireceğimiz bir gün düşmüştü ve ikimiz de şikayetçi değildik bu durumdan. Murat'ın arkasından iş çevirmenin verdiği burukluk yanında, bu şekilde yaşanan bir maceranın verdiği heyecanı da inkar edemem. Aşık olmanın yavaşça yaşanan bu versiyonunda ikimiz de biraz acemiydik ve bu günden bakınca çok tatlı geliyor. Çok ortak noktamızı bulamadık konuşurken. Belki de bulmaya çalışmadık bilmiyorum. Çimlerin üzerinde onu ilk kez öperken gözlerinde bir onay aramaya ihtiyaç duymadım. O da benim gibi yaralıydı ve başkalarının anlayamayacağını düşündüğüm bir anda anlatabileceğim birini bulmuştum. O gün ve ondan sonrasında sevişirken en çok konuştuğum kadın oldu O. Büyümek isteseydik büyüyebilirdik birlikte. Küçük kalmayı seçtik. Göklere uçurduğumuz zamanlar keresinde zehir de ettik hayatı birbirimize. Elimizdekilerin toplamı kadar sevdik işte.

Öncesinde Hayat kabuğuna çekildi yurdunda bir süre okul için. Ben Murat'la konusu Hayat olmayan kavgalara tutuştum ve haklıydım. Bunu Murat'ın da kabuğuna çekilmesi izledi. Hayat'ın düzelen derslerinden sonra liseden başka bir arkadaşımızla güzel bir ev tuttuk. Bahçede çiçekler yetiştirdik. Sabahları sevdiğimiz şarkılarla uyandık. Soğuğa dayanmak için aynı yatağı üç kişi paylaştık. Murat'tan pek de haber almadığımız bir yılın ardından bir gece evin içinde onun sesini duyar gibi oldum. Yataktaydık ve pek de ayık sayılmazdım. Odaya girdi ve bizi gördükten sonra hiçbir şaşkınlık sergilemeden kapıyı yavaşça kapattı. Giyinip salona geçtiğimde sonu kavgayla bitecek aptalca bir plan yapılıyordu. Her aptallıkta olduğu gibi bunda da yanınızdayım dedim. Dayağımızı yedik ve sonrasında içki içip saatlerce sohbet ettik. Bu konu yıllarca hiç açılmadı aramızda. İki yıl önce Moda'da eskileri yad etmek için oturduğumuz bir mekanda yanımıza gelen bir arkadaşının Hayat'a olan benzerliğini gördüğümde şaşkınlığımı gizleyemedim. "Fark ettin mi sen de?" diye sordu biraz da konuyu açmaktan korkarak. "Evet." diyebildim. "Biliyor musun, O'nu değil seni kıskandım. O'na olan aşkının peşinden gidip beni üzmeyi göze aldın." derken gülümsüyordu hafifçe. "Gene olsa gene yaparım." dedim aynı tebessümle. Biliyorum demedi ama bildiğini biliyorum.

Bir müsabaka değildi bizimkisi. Bir ödül için kavgaya tutuşmadık. Bir kazanan ararsak belki evet, ben mutlu oldum ve yalnız değildim olurken de. Mutlu olmak için bu yaptıklarımla suçlanacak kadar acımasız bir dünyada yaşamıyoruz ama değil mi? :)