Kahramanlıkları yerine günahları yazılan bir adamın hikayesi...

30 Mayıs 2015 Cumartesi

Anne adayı eski bir dost

Gündüzleri özel derse giderek geçimimi sağladığım zamanlardı. Az mesai harcayıp karşılığında çokça içtiğim ve dans ettiğim o günler... Genellikle geceyi şenlendireceğim meyhaneyi ya da barı ders vereceğim evin konumuna göre seçerdim. Araçlara binmekten nefret eden biri olarak hayatımı yürüme mesafesindeki bir yarıçap içinde kurgulama eğilimim hala devam etmekte. Yaptığım işe saygın bir görünüm kazandıran zarf içerisine konmuş paramı alırdım usulca. Böyle başlardı Kadıköy sokaklarında o geceki durağıma yolculuğum. Havanın seyrine göre bazen karamsardan biraz hallice bazen de neşeliden biraz azca biraz tavır takınırdım o yavaş yürüyüşlerimde. Bütün Tek'liğimle bir masayı tamamen işgal etmemek için genellikle mekanın barında bir yer bulurdum. Bazen bir merhabayla başlayan sohbet bazen de çalan bir telefonla yön değiştirirdi o geceki maceram. Bu seferki bir telefonla başladı. Buruk ve içten acıyan bir sesle...

Telefonda ismini gördüğümde bir yabancılık çekecek kadar süre geçmişti görüşmeyeli. "Seni dinlemeliydim." oldu ilk cümlesi. Haklı çıktığıma üzüldüğümü bilecek kadar tanırdı beni ama yine de bunu belirtme ihtiyacı hissettim. "Atla gel bu aptal aleti sevmiyorum aramızda." teklifime "Zaten ayakkabılarımı giyiyorum bir taraftan." karşılığını aldığımda yüzümde barmeni bile şaşırtacak bir tebessüm oluştuğuna eminim. Evlerimizin arasındaki altı sokağa sığdırdığımız onca aptallık ve engel bugün dağılabilirdi. Karşımda onu karnındaki şişlikle gördüğümde yanlış kararlarına bir yenisini eklediğinden habersiz mutlu olmuştum. Pembeleşmiş yanakları ve hüznünü arkasına sakladığı o sıcak gülümsemesiyle sarıldı sımsıkı bana. "Sohbetine aşerdim sanırım." dediğinde gülerek, hamileliğiyle ilgili bir yorum almak istediğini anlamıştım. Güzelleştiğini görebiliyordum ve söylemekte gecikmedim hiç bunu. Son görüşmemizde hayatı ve kararlarıyla ilgili bir yorum yapmamaya söz vermiştim kendime ve sözümü tutmak için yoğun bir çaba gösterdim devamında gecenin. Ama konu Erman ve onun Pınar üstündeki tahakkümü olduğunda kendimi tutmak acı verici bir hal alabiliyordu. Hamileliğinin plansız oluşundan ve hamileliği biraz da Erman'la problemlerinin çözümü düşüncesiyle devam ettirdiğinden bahsettiğinde az da olsa anlayabilmiştim hüznünü. O anlattıkça ben içiyordum ve içimde Erman'a karşı yükselen öfkeyi, karşımdaki tatlı kadına duyduğum şefkat bastırıyordu. Yalnızdı. Ve ben ahlaksız biri olarak bile konu mutluluğu başka insanlarda aramak olduğunda, seviyorum dediği insanı mutlu etmekten yoksunlar güruhunun yaptığı hiçbir şeyi savunamıyorum. Öfkem de bundan sebep.

Sadece bir kadehle sınırlı olan şarabından alabileceği en ufak yudumları almıştı ama bitmesine mani olamadı. Son damlayı dudaklarından içeri alırken gözleri kapandı. İstedikleri vardı. Hayalleri... Onu o yapan şeylerin buharlaştığını hissettiriyordum ona ve varlığımla bir kadını rahatsız etmenin ne demek olduğunu ilk kez anlıyordum. Gözlerimde eskiden olduğu kadını görüyordu ve ben ona hala öyle bakmaktan vazgeçemiyordum. Aramıza giren sessizliği birden irkilerek ve yüzüne yine o tatlı tebessümü koyarak bozdu. Elini karnına götürerek "Sanırım müziği sevdi." dedi. "Hissetmek ister misin?" diye sordu ve elimi alıp karnına götürdü. Hareket edişini ve attığı tekmeyi hissedene kadar elim karnında bekledim. Gömleğini çekerken karnını kapatmak için "Çok güzel bir görüntü değil tabi." dedi gözleriyle işaret ederek. Hamileliğinin ona farklı bir güzellik kattığını söylediğimde aslında bunu duymak istediği kişinin ben olmadığımı fark ettim. Sohbetin devamında hamileliğini de bahane ederek Erman'ın ondan uzak durduğunu öğrendim. Bu ilk kez olmuyordu ve ikisinin de hamileliğin sevişmenin önünde bir engel olmadığını bildiğine emindim. Bunları söylemedim. Tek istediğim şey Pınar'ın mutlu olmasıydı o an. Ve ben içtikçe bu isteğim doğrultusunda daha rahat konuşuyordum. Artık bu haliyle aramıza bırakın altı sokak kıtalar dahi giremezdi. İkimiz de öncelikle can sıkıcı şeyleri konuşup defetme kararı almışcasına konuşarak öldürdük bizi karamsarlığa itecek ne varsa o gecede.

Üzerimizdeki tozlardan kurtulmak için silkelenmiştik resmen. Şimdi sadece biz vardık. İki eski dost gibi, arada kimse olmadan. Onu daha net görüyordum artık. Onun olduğu taraftan da daha net göründüğüme emindim.

Umarım devam edecek...

25 Mayıs 2015 Pazartesi

Yeni bir "Merhaba"

"Taşınmak"... Benim için her seferinde kolaylaşacağını düşündüğüm, fakat yine her seferinde hüsrana uğradığım bir uğraş. Çevresiydi, sahiliydi, barıydı tamam da... Sanırım ben salt bir şekilde yaşadığım mekana da bağlanıyorum. Eşyalarımı boşaltıp kapıyı son kez kilitlerken bundandı sanırım göğsüme bütün obezliğiyle oturan hüzün. Yaşadığım yer sabit kalsa da çevre, manzara, komşular falan değişse gibi çocukça bir hevese bile kapıldım son günlerde. Birden çekilen bant gibi koparıp atmaya karar verdim ama sonunda. Arkasından ağlamayacağım bütün eşyalarımı satıp bohçamı sırtıma yükledim yine. Yeni ufuklara yelken açıyorum anlayacağınız.

Mavi'ye yaklaşan alevden topu izleyerek yazıyorum bunları. Bir kaç gün daha bana sabah duşlarını denizde alma imkanını veren bu sahilde konaklayıp tekrar o fırtınalı şehre geri dönmem gerekiyor. Küçük de olsa istediğimiz hayatları bize vermeyen bu dünyaya öfke duymuyor değilim. Gerçi verdiği zaman da elimin tersiyle ittiğim anları düşünüp ikiyüzlülüğümle baş başa kalıyorum. Bütün gerçeklerim ve yalanlarımla bakıyorum denize. Mutluyum. İstediğimden sebep mi yoksa sebep olacak şeyler uydurmamdan mı bilemem. Umarım zaman, yazmadan edemeyeceğim yeni hediyeler sunar bana.

Velhasılı bazı uğraşlarımı askıya asmama neden olan bu telaşeden kurtulmanın keyfini de yaşıyorum aynı anda. Akşam rakısını yeni başlangıçların şerefine kaldırıyorum. Katılmak isteyen olursa ne ala. Şerefinize... :)

13 Mayıs 2015 Çarşamba

Zaman geçiyor biliyor musun?

Ahlaksız bir adam olmayı çok istedim. Beni çevreleyen o yapay toplum kurallarının gölgesinde yaşamak hep can sıkıcı oldu. Uğraştım, didindim. Kendimle mücadele ettim. Ve şu an özgürce söyleyebiliyorum ki doğamıza içkin olduğunu düşündüğümüz çoğu şeyi yenmek mümkün aklımızda. Her ne kadar bu uğraşımın sonrasında hayatın bambaşka sürprizlerle karşıma çıkacağını düşünsem de, mutluluğu o kuralların yokluğunda yaşadıklarımın benden oluşunda ve özgünlüğünde buldum. Kurallarla girilen bu evet hayır oyunu bizi istemesek de dostlukta, kardeşlikte, sevmekte ve sevişmekte bir aldım verdim ilişkisine hapsediyor. Bağlanmaya, sonucunda ait olmaya ve sahip olma isteğine itiyor. Bence sahip olmak sadece sahip olunanın değil sahip olanın da benliğinde bir hastalık üretiyor. Sonrasında gelsin sevgilerine ve sevgililerine hoyratça davranan yoksunlar... İtiraf etmem gerek, sıyrıldığımız bu kuralların yerini kendimizden yenileri alıyor. Ama zaaflarının ne kadar farkındaysa insan ve ne kadar anlamışsa toplumun çürümüşlüğünü, yerine konanlar o kadar az bağlayıcı ve özgürce oluyor. Gözbağını yırtmak kolay değil ama güneşin gözdeki o ilk acısını hiçbir şeye değişmem.

Hayata verdiğim bir molayı yazarken bu kadar uzun soluklanmam ironik oldu, farkındayım. İşte bazen hayatıma baktığımda, birbirine dolanmış bir ip yumağını nasıl çözeceğini bilmeyen bir çocuk gibi kalakalıyorum. Sevmek neresinden tutarsanız güzel şey ama benim gibi iki kişinin arasına düşmüşseniz ve doğru yanlışlarla uğraşmak gibi salaklıklar yapacak bir yaştaysanız bu güzellik biraz zorlaşıyor. Arkadaşına aşkıyla ortak olanlar beni anlayacaktır.

İş zamana kaldığında şanslıyımdır demiştim. -Hala şanslıyım. :)- Geçen o günlerde yalnız kalabileceğimiz bir ortam yaratmak çok zordu. Masanın sadece ikimize ait olduğu bir kaç sefer baş başa bir sohbet imkanı bulabildik. Mutluyum ki bir kadından hoşlandığımı söylemenin farklı yolları olduğunu öğrenecek kadar hayat tecrübem vardı o günlerde. Gerçi o bana direk cevap vermeyi seçmişti ama olsun. :) Gecesinde içip dağıttığımız bir sabah, kahvaltıya giderken Murat'ın duran bir otobüse çarpmasıyla başladı zamanın oyunu. Otobüs şoförünün pek de kibarca olmayan tepkisine yine ondan daha az kibarca karşılık verdim. Ortamdan uzaklaşması gereken bendim ve beni uzaklaştırmak Hayat'a kalmıştı. Diğerleri gün boyunca angaryalarla uğraşırken bizim payımıza birlikte geçireceğimiz bir gün düşmüştü ve ikimiz de şikayetçi değildik bu durumdan. Murat'ın arkasından iş çevirmenin verdiği burukluk yanında, bu şekilde yaşanan bir maceranın verdiği heyecanı da inkar edemem. Aşık olmanın yavaşça yaşanan bu versiyonunda ikimiz de biraz acemiydik ve bu günden bakınca çok tatlı geliyor. Çok ortak noktamızı bulamadık konuşurken. Belki de bulmaya çalışmadık bilmiyorum. Çimlerin üzerinde onu ilk kez öperken gözlerinde bir onay aramaya ihtiyaç duymadım. O da benim gibi yaralıydı ve başkalarının anlayamayacağını düşündüğüm bir anda anlatabileceğim birini bulmuştum. O gün ve ondan sonrasında sevişirken en çok konuştuğum kadın oldu O. Büyümek isteseydik büyüyebilirdik birlikte. Küçük kalmayı seçtik. Göklere uçurduğumuz zamanlar keresinde zehir de ettik hayatı birbirimize. Elimizdekilerin toplamı kadar sevdik işte.

Öncesinde Hayat kabuğuna çekildi yurdunda bir süre okul için. Ben Murat'la konusu Hayat olmayan kavgalara tutuştum ve haklıydım. Bunu Murat'ın da kabuğuna çekilmesi izledi. Hayat'ın düzelen derslerinden sonra liseden başka bir arkadaşımızla güzel bir ev tuttuk. Bahçede çiçekler yetiştirdik. Sabahları sevdiğimiz şarkılarla uyandık. Soğuğa dayanmak için aynı yatağı üç kişi paylaştık. Murat'tan pek de haber almadığımız bir yılın ardından bir gece evin içinde onun sesini duyar gibi oldum. Yataktaydık ve pek de ayık sayılmazdım. Odaya girdi ve bizi gördükten sonra hiçbir şaşkınlık sergilemeden kapıyı yavaşça kapattı. Giyinip salona geçtiğimde sonu kavgayla bitecek aptalca bir plan yapılıyordu. Her aptallıkta olduğu gibi bunda da yanınızdayım dedim. Dayağımızı yedik ve sonrasında içki içip saatlerce sohbet ettik. Bu konu yıllarca hiç açılmadı aramızda. İki yıl önce Moda'da eskileri yad etmek için oturduğumuz bir mekanda yanımıza gelen bir arkadaşının Hayat'a olan benzerliğini gördüğümde şaşkınlığımı gizleyemedim. "Fark ettin mi sen de?" diye sordu biraz da konuyu açmaktan korkarak. "Evet." diyebildim. "Biliyor musun, O'nu değil seni kıskandım. O'na olan aşkının peşinden gidip beni üzmeyi göze aldın." derken gülümsüyordu hafifçe. "Gene olsa gene yaparım." dedim aynı tebessümle. Biliyorum demedi ama bildiğini biliyorum.

Bir müsabaka değildi bizimkisi. Bir ödül için kavgaya tutuşmadık. Bir kazanan ararsak belki evet, ben mutlu oldum ve yalnız değildim olurken de. Mutlu olmak için bu yaptıklarımla suçlanacak kadar acımasız bir dünyada yaşamıyoruz ama değil mi? :)

11 Mayıs 2015 Pazartesi

Arnavut kaldırımları

Boktan bir hafta sonu sabahına uyandım. Önce arka balkon teyzelerinden payıma düşen dedikodu ve yemek tarifi istihkakımı aldım adet olduğu üzre. Güneşin tacizinden korunmak için kat kat örttüğüm perdeler yetmemekte bu günlerde. Yavaşça kolumu sarkıtarak başladığım yatak sınırlarından ayrılma eylemine kafamı ve en sonunda götümü de dahil ederek soğuk suyun yolunu tutabildim. Denizin içinde gözlerini açık tutabilen bir adamın konu duş ve öpüşmek olduğunda aynı cesarete sahip olamaması ne kadar ilginç olsa da karanlıkta buluştum soğuk suyla. O uykuyu koparırken bedenimden ben kendimi hayatın güzelliğine ikna etmekle meşguldüm. Kurumayı zamana bırakıp elimde kahve kupası belimde havlu snooker maçı izledim iki kurabiyelik süre. Kısa bir süre önce berberi biraz da zor ikna ederek makineye vurdurmayı başardığım saçlarım kurulanmaya ihtiyaç duymuyor. Üzerime geçirebileceğim en rahat kıyafetleri seçmem çok uzun sürmedi dolaptan. Biraz sessiz davrandığımı itiraf etmem gerek. Geçirdiğim güzel geceden sonra, bu sabah suratsızlığıma ortak etmek istemedim sanırım yatağımdaki kadını. En rahat ayakkabılarımla fırladığım yolda ayaklarım beni en sakin sulara götürdü. Canım nedense deli gibi çiğ börek çekiyor günlerdir. Eskişehir'e gitmeyi bile göze almışken, devayı bir arkadaşımın tavsiyesiyle Çapa'da buldum. Sevdiğim bir yemek, günü iyi yapabilmek için hala en doğru seçenekmiş benim için. Samatya'da bir öğlen birası, Cankurtaran'da bir bilardo maçı ve Karaköy'de bir kahveyle okşadığım ruhum şımartılmanın zevkiyle yelkenleri suya indirdi. Güneş guruba kayarken ben Pera'ya tırmanmaktaydım yolu biraz da uzatarak. Ellerim cebimde, ıslıkla bir melodi tutturdum unutulmuş dükkanların vitrinlerinde gözlerim. Sevgilime bir hediye aldım ceket cebime sığacak ebatlarda. Melodi son bulduğunda dudaklarımda Hazzo Pulo'nun arka kapısında buldum kendimi. Köşedeki şarap evinde devam etmek isterdim güne ama yandaki ocakbaşından gelen etin kokusuna yenik düştüm. Pasajın içinde eğilmiş bir ağacın yamacına sokulmuş iki kişilik bir masanın yarısına kuruldum. Rakıyı ve suyu masa yerine ağacın toprağına emanet ettim. Eskileri hatırlayıp hüzünlenmedim. Aşklarını biriktiren bir adamım evet ama bunun bir alışveriş ilişkisi olmadığının çok önceleri vardım farkına. Birini sevmek sonu ne olursa olsun mutlu etmeli insanı ve mutluyum kalbimdekilerle. Bazı yudumlarımı onlar için aldım, bazılarını kendim. Arada, içeride gerçekten ocakbaşında oturan birkaç dayı kadeh kaldırdı sanırım yalnızlığıma üzülüp. Gülümseyerek karşılık verdim gönüllerine bir su serpmek için. Garson sakladığım şişeden son kalan dubleyi doldururken bir meyve tabağı getirdi "İkramımız." diyerek. Tadına vararak içtim, yedim. Hesabı isterken telefonum çaldı. "Geleyim mi artık?" diye sordu. Sabah onu uyandırmadığım için bir özür dilemek geçti içimden ama yapmadım. "Gel." dedim sadece. O sormadan ben yeri söyledim. Geldiğinde hediyesini verdim. Bence hoşuna gitmedi ama gitmiş gibi yaptı. Biliyorum ona verebileceğim en güzel hediye hayatımda bir yer. Ama burası o kadar küçük ki inanın ben zor sığıyorum. Dans etmeye gittik devamında. Birbirimizin sahibiymiş gibi davranmadık. Yavaş yavaş herkesin beni tanıdığı gibi bir hisse kapılıyorum bu mekanda. Sanırım bir kaç kadının yanımdan geçerken saçlarımın böyle daha güzel olduğunu söylemesi yanımızdaki üç kişilik erkek grubunun öfkesini çekti üzerime. Öncesinde flört ettiğim bir erkek yanımda bir kadın olduğundan olsa gerek "Naber dostum." cümlesiyle kısa bir sohbete girişti. Tuvalet kuyruğundan dans pistine oradan bardaki hengameye kadar her yerde bir sevişme isteği hakim ortama. Belli bir saatten sonrasını parça parça hatırlayabilecek kadar devam ettim içmeye. Ayaklarımdaki acıyı hissedene kadar da dans ettim. Soluklanmak için dışarı çıktığım bir an ikimizin de dışarıda olduğunu fark ettim. Gülümseyerek "Hadi gidelim." dedi. İstiklal'in keşmekeşine yakalanmadan arka taraftan bir taksiye atladık. Sahilde inip bir acı kahve içtik. Köpeklerden korkarak da olsa eve yürüdük. Erika Lust'ın Cabaret Desire'ını izleyerek seviştik. Herkese oluyor mu bilmiyorum ama benim çok uykum geliyor seviştikten sonra. Ertesi sabah hangi yemekle günümü güzelleştireceğimi düşünerek uyudum yatakta sırtüstü. Bu evden ayrılırken en çok arka balkon teyzelerinden kurtulacağıma seviniyorum.

Aslında başka bir şey anlatacaktım ama bunları yazarken buldum kendimi. Sanırım an için geçmişimden çok bugünüm yazılası geldi. 

5 Mayıs 2015 Salı

Bir Hayat molası...

İnsanlardan kopuk olduğum sürece mutlu olduğumu varsayıp, her buhranımdan kurtuluşumu yine onların arasında kaybolmakta bulmam şu sıralar kafamı kurcalıyor. Hayatımı belli noktalarda değiştirmek için planlar yaptığım bir dönemde bu sorgulamalar ne kadar sağlıklı, tabi tartışılır. Yalnız içinde bulunduğumuz bir kabuktan çıkma fikri, yolculuğa çıkan bir insanın çantasını kontrol etmesi gibi kafamızdakileri bir tartmaya itiyor sanırım bizi. Yazmaya başlamamın altında yatan sebeplerden biri de bu aslında. Etrafımda yaptıklarımın sonuçları üzerine beni eleştirebilecek çok insan yok ve yer yer bunu kendim yapmak zorunda kalıyorum. Gerçi kendi çerçevem içindeki doğrulardan sıkıldığım gibi bazen yanlışların da bana zevk verdiğini görmek korkutuyor. :) Bir hırsızlık hikayesiyle buradayım bugün. Sebep olarak gösterebileceğim ne bir yoksunluğum ne de bir alışkanlığım var. Zaten eğer çaldığınız bir kalpse, bunlara pek de ihtiyaç yok. Çalmak dediğime bakmayın, düpedüz aşık olmak da işte mekan ve zaman yersiz. Anlatmayı zor yapansa benim için hikayenin üç kişilik olması ve ikisinin de dostum. Ne yaparsanız yapın en az bir kişinin üzüleceği bir hikaye yani bu.

Lise mezuniyetim... Kimilerinin cehennem olarak gördüğü yerden kaçışı, kimilerinin de eğlenceli bir ortamdan ayrılık günü... Eğer gidecek başka bir yeri yoksa, insan daha bir sahipleniyor yaşadığı mekanı. O gece sanki bir parçamı koparttılar benden. Yıllarca kanadım koptuğu yerden. Hiçbir mekanı o kadar sahiplenmedim bir daha. Ve belki de o mekanı paylaştıklarımdan başka kimseyi de... Kendime bir hayat kurdum çok da zor olmayan bir şekilde aynı semtte. Üniversite için de, hayatımda zaten büyük bir yeri olan o duvarı atlamam yetti. İşte geçen iki yılın, onca aşkın, çokça sevişmenin ve tonlarca uykusuz gecenin ardından çatı katındaki evimde hala "Ne yapmalıyım?" diyordum kendime. Başımda bir bela yoktu ve iyi kötü yürüyordum. O an öğrenmiştim ki bundan daha fazla sıkan bir şey yok beni. Arkadaşlarımın pek de kulak asmadığım çağrılarını hatırlayıp bir sırt çantasını attığım gibi sırtıma yollandım böyle bir gecede Ankara'ya. İki gecelik bir plan olarak başlayan bu gezi ne iki gecede sonlandı, ne de benim bir daha dosdoğru bir hayatım oldu.

O sabah gerçekleşen, aynı odada kalamayacak kadar birbirine tahammülsüz iki dostun buluşmasıydı. Sevgi gösterisi yaşanmadı. Anılar anlatılmadı saatlerce. İçtiğimiz çorbalarımız bittiğinde sakince anlatmaya başladı bana ihtiyacı olduğunu. Bilmiyordu ki kafamdaki "Ne yapmalıyım"la duruyordum karşısında ben de. Hayatın kötülüğüne maruz kaldığınızda merhemi aşktır ya bunun, o da sanırım bu noktadan hareketle Hayat'tan bahsetmeye başladı ardından. Aşıktı ama bunu pek farkında değildi. Ya da heyecanına bir ad koymak istemiyordu. İkisini de tanırdım. Mutlu olmalarını bile ummuş olabilirim. Sorduğumuz sorulara ikimizin de cevap veremediğini anladığımız bir an, kafamızı en iyi boşaltacak şeyi yapmaya gittik. Geçen yıllarda her çözümsüzlükte soluğu alacağım bilardo salonunda üç top oynuyorduk. Kendi hayatımıza yön veremediğim anlarda, kurtuluşu yön verebildiğim toplarda aramam da benim ironim sanırım. Hayat'ı da çağırmayı teklif ettiğinde olabileceklerden mi korktum bilmem "Böyle daha iyi ya." döküldü dudaklarımdan. Ama ısrarını O'nun gelişi takip etti. Yıllarca görüşmediğim birini görmüş olmaktan daha fazla bir heyecan hissetmedim. Çok da uzun olmayan bir sohbetin ardından biz oyunumuza döndük ve yanımızdaki masadan bize attığı laflarla devam etti sohbetimiz. Murat'ın, yüzü pek gülmüyor artık dediği o kadın karşımda gülümsedikçe başta hissettiğim o heyecan artmaya başladı. -O gülümsemenin altında sakladığı şeyleri öğrenmem için uzun bir zaman geçmesi gerekecekti.- Hayat'la lisedeyken o an olduğu gibi bir sohbeti çok yakalayamamıştık ve masada üçümüz için de güzel geçiyordu vakit. O güldükçe Murat'ın da mutlu olduğunu görebiliyordum. Masadaki üç kişi sabit olmak üzere mekan ve çevremizdeki insanlar değişti sadece devamındaki günlerde. Üçümüz de daha çok eğlendik, daha çok güldük. Ve biz daha fazla bakar olduk gözlerimizin içine gülerken. Geri dönmekten hiç bahsetmiyordum ve kimse de bunun konusunu açmaya niyetli değildi. Yeni kıyafetler bile almıştım kendime. Farkında olmadan yeni hayatımı örüyordum ilmek ilmek. Yaşayacağım yeri, alışveriş yapacağım tekel bayiini, kahvesine mest olacağım mekanı, zevkle sarhoş olacağım meyhaneyi ve en önemlisi yanında olacağım kadını...

Daha dikkatli bakıyordum ona artık. Daha dikkatli dinliyordum. Birbirimizi tebessümler arasında gözlerimizde buluyorduk kalabalıktan kurtulmak için. O'nu yandığım ateşe ve çıkacak karışıklığa çekmekten korkmuyordum. Tehlikeli bir adam olduğumu kabul ediyorum bir şeyi çok istediğimde. Ne yapayım, huyum bu. Tek gereken zamanın bize bir fırsat sunmasıydı artık. İş zamana ve fırsata kaldığında gerçekten şanslı biriyimdir. :)

Umarım devam edecek...